15.6 C
İstanbul
Perşembe, Nisan 25, 2024

KARANLIK…

Okumadan geçme!

  1. 1.       KARANLIK

Hiç bu kadar karanlıkta hissetmemiştim kendimi.


Karanlık, ışığın yokluğu diye tanımlanır.

Işıl Işıl  parlayan gözleri ile hayata bakan yaşıtlarımın, gözlerindeki  pırıltının, yıllar içinde nasıl yok olduğunu gördüm.

80 darbesi  biz doğmadan  hemen önce gerçekleşmiş, toplum  bu nahoş olayı  konuşmama kararı almıştı. Tüm zorluklara ve ekonomik sıkıntılara rağmen, hep beraber geleceğimize odaklanmıştık. Cumhuriyetin yetiştirdiği öğretmenlerimizin ellerinde Atatürk ilkeleri bir fener gibi yolumuzu aydınlatabiliyordu hala. Kendimize ve ülkemize karşı tutmamız gereken bir  sözümüz vardı.

Küçücük bedenlerimiz ile  sırt çantalarımızda  koca koca test kitapları taşımaya gücenmiyor, omuzlarımızı acıtan yükü unutup, Zonguldak’ın merdivenlerinde, okul yolunda geleceğimize  adım adım tırmanıyorduk. Bir tofita şeker 1000 basamak çıkmaya yeter der,glikoz  takviyesi ile merdivenleri üçer beşer çıkıp inerken,kollarımı açarak uçtuğumu hayal ederdim.

Evden çarşıya kadar 30 dakika sırtımda onca yükle yürüdükten sonra, Minibüs yerine Devlet su işleri personel servisine bir sıcak gülücük  karşılığında bindiğim günlerde, yol param bana harçlık olarak kalıyor, şöför ağabeylerimizin bizi kollaması içimizi ısıtıyordu.

Çalışırsak, dürüst  olursak ve tüm zorluklara göğüs gerip  dayanırsak harika bir geleceğimiz olacaktı. Buna inanıyorduk.

Yeni yeni hayatı kavramaya başladığımız yıllarda post modern darbe dedikleri bir şeyle tanıştık. Doğrudan etkilenmesek de çocuklar olarak, ülkede bir gerginlik olduğunu bir kötülüğün  etrafımızda dolaştığını bizim kuşak ilk böyle hissetti.

Takılmadık bunlara. Her gün 300 soru çözmemiz gerektiği söyleniyordu. Ülkedeki sorunlar hızla büyümeye devam ediyor, siyaset kurumu çözüm yerine sorun üretiyor ama bizim her gün 300 soru çözmemiz isteniyordu.  Büyüyecek ve ülkedeki sorunları da böyle çözecektik işte. İnanıyorduk.
 
8 saatlik ders  yorgunluğunun üstüne onca merdiveni inip çıkan  bacaklarımda biriken laktik asit, beynimi hızla işgal ediyor, hedefin yarısını başaramadan  uyuya kalıyordum. Tek pişmanlığımız yetiştiremediğimiz ödevlerimiz olsa da elimizden geleni yapıyor  ve çabamızın karşılığı vicdanlarımız rahat geziyorduk.

Kömür sobasının yaydığı düzensiz ve  yüksek ısı da işimi iyice zorlaştırıyordu. Briketten yapılı evimizde sadece salonda soba yanar, aşırı sıcak , daha çok uykumu getirdiği için soğuk odada titreye titreye çalışmak zorunda kalırdım.

Her şeye rağmen, geleceğimize dair umutlarının  ışığıyla ruhunu aydınlatan babamız, kömür madenindeki ölüm kokan karanlıktan bile korkmazdı. Alın terini silerken, ellerindeki karadan  yüzü boyansa da kömür tozuyla, o günlerde hayatımızdaki karanlıklar yıkayınca çıkan türdendi. Orhan Velinin dediği gibi;

– “Yüz karası değil kömür karası, böyle kazanılır ekmek parası”
Çalışmaya, emeğimizin karşılığı ile elde edebildiğimiz hayatı yaşamaya çoğumuz razıydık.

Yüzlerimiz bir şekilde gülüyor, komşular birbirlerine misafirliğe gidiyor, memleketten akrabalar Karaelmas Ekspresi ile uzun tren seyahatleri yaparak yatıya geliyordu. Para olmasa da ceplerimizde, sevgi saygı ve mutluluk her yerde bolca bulunuyordu.

Televizyonlar bizimdi. Perihan abla ile Şakir’i çok seviyor, Cüneyt Arkın’ı izledikçe divanların üzerinde Kara Murat gibi zıplıyorduk. Süper Baba ile televizyondan evimize sıcacık sevgi akıyordu.

Mahallenin Muhtarlarında Erkan Can, Fadime ile başlayan hikayesini Şirin ile sürdürse de  Temel rolündeki şivesi dışında bir kötülüğünü görmedik. Mafya babalarını  canlandıracağını, karanlık rolleri bu kadar iyi oynayacağını o günlerde tahmin etmek mümkün değildi.
Tıpkı ülkemin bu denli karanlık içinde kalacağını tahmin edemediğiz gibi…

 Gürkan  Uygun Tatlı Kaçıklar’da oynuyor, Türkiye’nin karanlık ve sisli vadisi bizim görmediğimiz bir yerlerde var olsa da  Memati ,Polat yada Çakır değil Mumcular, Dündar’lar Manço’lar rol model olarak önümüze çıkıyordu.7’den 77’ye  aynı programı izleyebiliyor aynı şeye sevinip aynı şeye gülebiliyorduk…

Yeni türkü hala albüm yapıyor, yeni şarkılar değil sadece, yeni yeni sanatçılar da çıkıyordu.

Haluk Bilginer, Gülşen Abi ile güldürüyor, siyasetçiler halka veya birbirlerine kaba sözler söylemiyor, düelloya davet etmiyordu. “Çıkışta bekle beni oğlum !” cümlesi ortaokuldan liseye geçerken, geçmişimizde bıraktığımız tatlı bir ergenlik hatırası olarak yerini alıyordu.

İlkokulda öğrendiğimiz küfürlere ortaokulda tövbe ediyor kalp kırmayı büyük günahlardan sayıyorduk. Büyüklerimizin ağzından ise hiç böyle kötü sözler duymuyorduk.

Kömürün karasının her tarafı siyaha boyadığı, eli yüzü, elbiseleri kapkara  insanların  şehri  Zonguldak’ta büyüdüm ben.

Buna rağmen hiç bu kadar karanlıkta hissetmemiştim Kendimi. Hiç nu kadar karanlıkta hissetmemiştim güzel Ülkemi.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
- Advertisement -spot_img

Daha fazla haber...

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisement -spot_img

Son haberler