10.4 C
İstanbul
Pazar, Kasım 10, 2024

Cumhuriyet ve Mimarlık

Okumadan geçme!

I. Ulusal Mimarlık Akımı :1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet ile birlikte gelişme gösteren milliyetçilik eğilimleri mimarlıkta yeni arayışlara yol açmıştır. Mimar Kemalettin ve Vedat Bey’lerin öncülüğünde gelişen bu akımla birlikte Türk Mimarlığı’nın Milli Mimari Rönesans’ı diyebileceğimiz yeni klasik dönemi başlar. 1970’ler ve sonrasında Birinci Ulusal Mimarlık adını alacak bu tarz, özünde klasik Osmanlı yapıları olan yeni bir mimarlık barındırmaya yönelir.

Bu dönemde klasik Türk Mimarlığı yapıtları diriltilerek bir Türk milli üslubu yaratılmaya çalışılmıştır. Bu süreç, ulus olma yolunda bilinçlenmenin bir sonucu olarak da nitelendirilebilir.

Milliyetçi unsurlar barındıran bu akımla, eski dinsel yapılardan alınan elemanlar (geniş saçaklar, kubbe, sivri kemer, sütun, çini kaplamalar vs.) sivil mimarlığa uygulanmaya çalışılmıştır. Daha çok kamu yapıtlarında görülen bu akım, konutları pek fazla etkilememiştir.

Mimar Kemalettin ve Vedat Bey’( Vedat Tek )ler, ülke mimarlığını yabancı etkilerden arındırmayı amaçlayıp, yalnızca Osmanlı’nın son dönemini değil, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki türk mimarlığını da büyük ölçüde etkilemişlerdir. Ziya Gökalp ’le başlayan Türkçülük hareketi, bu akımın Cumhuriyet’in ilk yıllarında canlı kalmasını sağlamıştır. Bunlara ek olarak daha sonrasında Arif Hikmet (Koyunoğlu) Bey ile İtalyan asıllı Giulio Mongeri de akıma katılmışlardır.

Mimar Kemalettin, İstanbul’da 4. Vakıf Hanı ‘nı, Bostancı ve Bebek Camileri ile Tarlabaşı’ndaki Kemer Hatun Camisi’ni, Eyüp’te 5. Mehmet Türbesi ile Şişli Hürriyet Tepesi’nde Mahmut Şevket Paşa’nın açık türbesini, Lâleli Tayyare apartmanlarını (bugünkü Merit Antik Oteli), Ankara’da DDY merkez binası ile Gazi Terbiye Enstitüsü’nü yapmıştır.

Mimar Vedat’ın en önemli yapıtları ise Sirkeci’deki Büyük Postane, Karaköy’de bugünkü Denizcilik İşletmeleri binası, Nişantaşı’ndaki kendi evi, Haydarpaşa Vapur İskelesi ve başladığı fakat bitiremediği Ankara Palas ‘tır.

Arif Hikmet Bey, Ankara Türk Ocağı (Bugün Devlet Resim ve Heykel Müzesi 1927-30) ile Etnografya Müzesi (1925-28) ve eski Hariciye Vekâleti binalarını; Mongeri de Ankara-Ulus’ta Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü (1926) ile Osmanlı Bankası (1926), İş Bankası (1928) ve İnhisarlar Başmüdürlüğü (1928) binalarını yapmışlardır.
Birinci Ulusal Mimarlık akımı meslek elitince “değişen teknolojiye ayak uydurmaktan uzak ve çağın gereksinimlerini karşılayamayan bir akım ” olarak değerlendiriliyorsa da , bu dönemin yapıları günümüzde hizmet vermeye devam etmektedir.

Genç Cumhuriyet’in Yabancı Mimarları
Başta başkent Ankara olmak üzere yapılaşma gereksiniminin hızla artması, fakat yeterli mimar olmaması nedeniyle 1927 ve sonrasında bir yabancı mimar egemenliğine girilir. Clemens Holzmeister , Ernst Egli ,Theodor Jost, Hermann Jansen, Martin Wagner, Martin Elsaesser, Bruno Taut , R. Oerley gibi mimarlar, genç Cumhuriyet’in mimarlığını kişisel eğilimleri doğrultusunda etkilemişlerdir. Bu dönemde daha çok Orta Avrupa-Viyana ekolünden ithal edilen klasik biçimciliğe dayalı bir yeni klasikçilik egemen olmuştur Türkiye mimarlığına. Süslemeden arınmış ve yalın hatlar taşıyan yapılar bu dönemin karakteristiklerindendir.

Bu dönemde C. Holzmeister 1928-36 yılları arasında Ankara’da Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı , Orduevi, Harp Okulu, Cumhurbaşkanlığı Köşkü , Merkez Bankası , İçişleri Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Yargıtay, Emlak Bankası, Avusturya Büyükelçiliği binalarını yapmış, 1938’de de TBMM proje yarışmasını kazanmıştır. T. Jost Sağlık Bakanlığı binasını (1926), E. Egli Musiki Muallim Mektebi, Sayıştay ve İsmet Paşa Kız Enstitüsü binalarını (1927-30), B. Taut ise Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi binasını yapmıştır (1937)

Çağa Uygun Anlayış
Batıda gelişen ilerici düşünceler Türkiye’ye de ulaşmakta gecikmemiştir. 1930’larda bazı Türk mimarları uluslar arası üslup doğrultusunda yaklaşık on yıl süreyle betonarmeye dayalı yeni Batıcılık örnekleri vermişlerdir. Ankara Sergievi (Şevki Balmumcu, 1933), İstanbul Üniversitesi Gözlemevi ( Arif Hikmet Holtay, 1934), Florya Deniz Köşkü ( Seyfi Arkan , 1934), Taksim Belediye Gazinosu ve başta Kadıköy Halkevi (Rüknettin Güney, 1938) olmak üzere pek çok halkevi binası ve Yalova Termal Oteli ( Sedad H. Eldem , 1935-38) bu dönemin dikkate değer yapıları arasındadır. 1940’ta Türk mimarlarının sayısı 150’dir.

Yeni Bir Ulusal Mimarlık Anlayışı: II. Ulusal Mimarlık Akımı
Dünya mimarlığındaki olumlu gelişmelere ayak uyduran ve yaklaşık on yıl süren bu dönemden (1930-1940) sonra, İtalya’daki faşist, Almanya’daki nasyonal sosyalist ortamın ve totaliter düşüncelerin etkileriyle beslenen bir Milli Mimari akımı başlar. Bu akım, yeni bir ulusal mimarlık yaratmak amacına yönelerek 1939-50 yılları arasında Türk mimarlığını etkisi altında almıştır. Bu akım önceleri Milli Mimari, sonraları İkinci Ulusal Mimarlık adıyla anılmıştır. Sedad H. Eldem ‘in Güzel Sanatlar Akademisi içinde kurup yürüttüğü Millî Mimari Semineri adlı çalışmalarda özellikle geleneksel Türk sivil mimarlığı üzerinde yoğunlaşan çalışmaların bu akımın düşünce temelinin oluşturulmasında önemli etkileri olmuştur.

1950’li yıllara dek süren bu akım, dönemin yepyeni teknolojisine ve gereksinmelerine kısacası, çağdaş mimarlık anlayışına ayak uyduramayarak sona ermiştir.

1939 Uluslararası New York Sergisi’ndeki Türkiye Pavyonu (Sedad H. Eldem), Anıtkabir ( Emin Onat , Orhan Arda, yarışma, 1942), İ. Ü. Fen ve Edebiyat Fakültesi binaları ile Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi (E. Onat, Sedad H. Eldem, 1943), Çanakkale Zafer Anıtı (Doğan Erginbaş, yarışma 1944), İstanbul Radyoevi (İsmail Utkular, Doğan Erginbaş, Ömer Günay, yarışma 1945), Şişli Camisi (Vasfi Egeli, 1945-49), İstanbul Spor ve Sergi Sarayı gibi yapılar bu akımın dikkate değer örnekleridir.

İkinci Ulusal Mimarlık’taki çözülme 1948’de İstanbul Adalet Sarayı için açılan üçüncü yarışmada S. H. Eldem ile E. Onat’ın ortaklaşa düzenledikleri rasyonel nitelikteki projenin birinci seçilmesiyle başlamış, akım, 1952’deki İstanbul Belediye Sarayı yarışmasıyla kesin olarak son bulmuştur.

1950’ler ve Modernizm

1950’lere gelindiğinde Türk mimarlığı, Batı’da giderek yaygınlaşan Modern Mimarlığın etkisi altında ürünler verecektir. İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, Türkiye siyasal ve kültürel olarak Batı’ya iyice yakınlık duymaya başlamıştır.

İstanbul Belediye Sarayı (Nevzat Erol, yarışma, 1952), İstanbul Hilton Oteli (SOM ve Sedad H. Eldem , 1953), Büyükada Anadolu Kulübü (Turgut Cansever, Abdurrahman Hancı , 1953), Sakarya Hükümet Konağı (Enis Kortan, Nişan Yaubyan, 1956), Brüksel Dünya Sergisindeki Türkiye Pavyonu (Muhlis Türkmen, Utarit İzgi, Hamdi Şensoy, İlhan Türegün, 1958), DSİ Genel Müdürlüğü (Enver Tokay, Behruz Çinici , Teoman Doruk, 1959), İstanbul’da Tekel Genel Müdürlüğü (İlhan Tayman, Yılmaz Sanlı, 1959), Kızılay-Emek gökdeleni (Enver Tokay, 1959) bu dönemin kimi tipik örnekleridir.

1950’li yıllar, Türk mimarlığının, teknolojik, ekonomik, sosyal, çevresel verilere bakmaksızın daha çok, dış yayın ve etkilerle beslendiği bir dönemdir.

İleriki yıllarda Rohe, Wright, Aalto , Le Corbusier, Niemeyer, Scharoun gibi dünyaca ünlü mimarların düşünce ve yapıtları yayınlar yoluyla Türk mimarlarını geniş ölçüde etkilemişlerdir.
Yabancı yayınların yanı sıra gelişen yerli yayınlar, özellikle de dergiler yoluyla, Türkiye’de 1960’tan sonraki düşünsel çeşitliliğe de paralel olarak bir tartışma ortamı doğurmuştur. Modern mimarlık görünüm olarak Türkiye’ye gelmiştir ama, teknolojik altyapı daha yoktur.

1960’lar
1960’lar rasyonalizmden uzaklaşma dönemi olmuştur.
1960-70 döneminin dikkate değer yapıları arasında İstanbul Vakıflar Oteli (Bugünkü Ceylan Intercontinental, AHE, 1959), İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (Doğan Tekeli, Sami Sisa, Metin Hepgüler, 1959), Büyük Ankara Oteli (Marc Saugey, Yüksel Okan, 1960), ODTÜ Kampüsü ( Behruz Çinici – Altuğ Çinici, 1961), SSK Zeyrek Tesisleri ( Sedad H. Eldem , 1963), Ankara MSB Tandoğan Öğrenci Yurdu (Şevki Vanlı, Ersen Gömleksizoğlu, 1966), Türk Tarih Kurumu (Turgut Cansever, Ertur Yener, 1967) sayılabilir.

1970’lerden Günümüze
1970’lerden başlayarak, modern sonrası ve dış etkilere dayalı çoğulculuk örnekleri yaygınlaşmıştır.. Bu dönemde Batı kökenli akımlar doğrultusunda yapılar gerçekleştiren mimarlar görülmüştür. Türkiye’nin ekonomik ve sosyal çalkantıları nedeniyle çağdaş Türk mimarlığı, toplumun düzensiz hızlı gelişiminden olumsuz etkilenmiştir.
Gecikmiş endüstri devrimi ve aşırı hızlı nüfus artışı; düzensiz, plansız, yoğun, anarşik kentleşme yaşanmıştır. Ortaya çıkan büyük konut açığı, gerekli ekonomik ve yönetimsel önlemlerin alınmaması nedeniyle, yapsat düzeni, kalfa yapıları, kaçak yapılar ve gecekondularla yeni, fakat anarşik bir anonim mimarlık yaratmıştır.
Son yıllarda mimarlık, dış ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de etik değerlerin yavaş yavaş yitirilmesi nedeniyle başta turizm yapıları olmak üzere pek çok alanda her şeyin bilinçli-bilinçsiz denendiği bir kargaşaya sürüklenmiştir. Bu tutarsızlıkta mal sahiplerinin görgü ve kültür düzeylerinin önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Büyük projelerin yapımında ise tasarım işlerinde tercihler çoğu kez sıradan yabancı mimarlar lehine kullanılmaya başlanmıştır.
Genelde, ülke çapında yaygınlık kazanan kültürel yozlaşma, ülke mimarlık sanatının kendisini göstermesinin önündeki en önemli engel olarak durmaktadır. Ülkemizin cumhuriyet döneminde geçirdiği kimlik tereddütlerinin de bu yozlaşmaya katalizör görevi yaptığı açıktır.

Günümüzde, Türk Mimarlığı’nın izlemesi gereken yol hakkında 40.000 e yakın mimarın çok fazla kafa yormadığı açık bir gerçektir.

Globalleşen yeni dünyada artık ülkelerin kültürel kimliklerinin daha önem kazandığı ve bu nedenle diğer tüm sanatlarda olduğu gibi mimarlıkta da çağdaş gelişmelerden uzak kalmadan kendi öz değerlerimize dönmemiz gerektiği konusunda Aydan Balamir , Erkan İnce , Muharrem Hilmi Şenalp gibi mimarlar görüş belirtmektedirler.

- Advertisement -spot_img

Daha fazla haber...

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisement -spot_img

Son haberler